MHP lideri Bahçeli’den yüzde 50+1 ve Merkez Bankası çıkışı - Eskişehir Haber

Eskişehir Politika

MHP lideri Bahçeli’den yüzde 50+1 ve Merkez Bankası çıkışı

MHP lideri Bahçeli’den yüzde 50+1 ve Merkez Bankası çıkışı
Yayınlama: 24 Kasım 2021 Çarşamba
A+
A-

MHP lideri Devlet Bahçeli, yüzde 50+1 tartışması hakkında, "Bu konuyu tartışmaya açmak yönetim sistemine karşı güvensizliği körükleyecektir" dedi. Merkez Bankası'nın bağımsızlığının da tartışılması gerektiğini söyleyen MHP lideri, "Merkez Bankası'nın bağımsızlığı konusunu tartışmaya açmak hem demokrasi hem milli iradenin gereğidir. IMF ve faiz lobisinin oyunlarıyla daha fazla mesafe alamayız. Özerk ve bağımsız kurumlar milli iradenin üzerinde olamaz" dedi,

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında konuştu. Bahçeli, "MHP yek vücuttur,  MHP milliyetçilik fikrinin son teşkilatıdır. Bizde sabır, akıl, şuur, iman, denge ve ihtiyat yer almaktadır. Türk milletini istismar ve sömürü çarkında öğütmek isteyen çevrelerle meselemiz vardır" dedi. MHP lideri, "Demokratik milli devletlerde ortalama bir politik uzaklaşma arayışının temeli nasıl yaşayacağı, nasıl yönetileceği, hangi hakları talep edeceği gibi çağdaş beklentilerdir. Bir siyasi parti olarak bizim görevimiz tereddütleri kaynağında gidermektir. İnsanın maruz kaldığı her sorun siyasetin sahasına girmek mecburiyetindedir. MHP, içinde milletin olmadığı, insanımızın refahının gözetilmediği hiçbir hedefi kabul etmeyecektir" diye konuştu.

"BU KEZ BAŞARAMAYACAKLAR"

Türkiye bir karar vermek ve bunu uygulamak için bir irade ortaya koymak durumuyla karşı karşıyadır.

Enflasyon ile mücadele arz yönlü yaklaşımın da içinde olduğu bir politikayla başarılacak. Ekonomik güvenliğimiz için başka yol kalmamıştır. Enflasyon ile mücadele değil, öncelikli konu politika uygulamasındaki belirsizliğin ortadan kaldırılmasıdır. Kararlı ve istikrarlı para politikası uygulanması ve kamu maliyesi yaklaşımına ihtiyaç duyduğumuz göz ardı edilemez.

Türkiye faizden kurtulmalıdır. Faiz geleceğimizden çalmaktır. Bize göre ekonomi politikası doğrudur, bittik, tükendik demek felaket tellallığıdır. Geldiğimiz bu aşamada yeni yönetim sistemi kapsamında Merkez Bankası'nın bağımsızlığı konusunu tartışmaya açmak hem demokrasi hem milli iradenin gereğidir. IMF ve faiz lobisinin oyunlarıyla daha fazla mesafe alamayız. Özerk ve bağımsız kurumlar milli iradenin üzerinde olamaz. Erken seçim falan yoktur. Seçim 2023 yılının haziran ayında yapılacaktır. Seçim diyenler bozgun siyasetinin tarafındadır. Seçim demek kime hizmettir, nasıl bir siyaset anlayışıdır? Ekonomik sıkıntıları biliyoruz. Bu kez başaramayacaklar."

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ’nin,  TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni.

Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımıza başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından takip eden aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan değerli kardeşlerimize en kalbi selamlarımı iletiyor, hepsini kucaklıyorum.

Siyasette anı veya günü kurtarma telaşına bugüne kadar hiç kapılmadık, hiç de aklımızdan geçirmedik.

Sahip olduğumuz sorumlulukların bilinciyle, tarihi misyonumuzla, millete mensubiyet şuurumuzla ufuk ötesine ışıklar saçan, bunu yaparken de hayatın gerçeklerinden kopmayan bir vizyon enginliğinin takipçisi olduk.

Ne istiyorsak milletimiz için istedik.

Neyi hedeflediysek ülkemiz için diledik.

Bizim sırasıyla üç hedefimiz vardır:

Gerçekleşecek hedef, ulaşılacak hedef, son kerte de nihai hedeftir.

İlk iki hedefi gerçekleştirmeden İla’yı Kelimetullah olan nihai hedefe ulaşmamız pek tabii zordur.

Milliyetçi Hareket Partisi yeni bir siyasi hareket değildir.

Tam 52 uzun yıldır çetin şartlarda, zorlu dönemlerde, kurşun gibi ağır ortamlarda mücadele kararlılığını sürdürmüş bir siyaset mektebi, bir fikir ekolü, bir inanç akımıdır.

Yarım asrı geçen siyaset tecrübemiz tehlikeler karşısındaki dikkatimizi, tehditler karşısındaki dirayetimizi, tahrikler karşısındaki dengeli tavrımızı adeta kemikleştirmiştir.

Türkiye üzerindeki stratejik oyunların farkındayız, akıp giden hadiselerin iç yüzünü geçmiş, gelecek ve bugün boyutuyla kavrayıp tahlil edecek maharete ve marifete çok şükür sahibiz.

Şimdiye kadar dibi görünmeyen kuyulardan su içmeye hiç yanaşmadık.

Üzeri çiçeklerle örtülen, çevresi cazibeyle örülen, altı derin uçurumlara açılan tuzaklara aldırmadık, aldanmadık.

Bizi bilenler bilir. Bizi tanıyanlar iyi tanır.

Biz kendimiz için hiçbir şey aramayız, istemeyiz, beklemeyiz.

Bizim geçmişte dile getirdiğimiz “önce ülkem ve milletim, sonra partim ve sonra ben” ilkesi aslında bu hassasiyetimizin bir ifadesidir.

Ancak mevzubahis Türk milleti olursa, ihtiraslarımızın, iddialarımızın, ilerleme azmimizin sınırı da olamaz.

Bu yüzden Milliyetçi Hareket Partisi milletiyle yekvücuttur.

İftiharla söyleyebilirim ki, Milliyetçi Hareket Partisi, milliyetçiliğin bengü taşlara nakşedildiği devirlerden günümüze kadar gelen ve buradan da geleceğe uzanan milliyetçilik fikriyatının son siyasi teşkilatıdır.

Bizim siyasi mücadelemizin yol haritasında sabır, akıl, şuur, iman, denge, ihtiyat yer almaktadır.

Türkiye’yi taviz, teslimiyet ve tükeniş döngüsüne mahkum etmek isteyenlerle hesabımız vardır.

Türk milletini istismar ve sömürü çarkında öğütmek için faal halde bulunan çevrelerle görülecek meselemiz vardır.

Bildiğiniz gibi milliyetçilik millet olma halinin şuurla kavranması ve savunulmasıdır.

Bir millete mensup olmak başkadır. Bu mensubiyetin devamını yüreklice savunmak başka bir anlam ifade eder.

Ancak millet yalnızca sosyo-kültürel bir toplumsal uzlaşma alanı değil, aynı zamanda politik bir uzlaşmanın da eseridir.

Özellikle demokratik milli devletlerde, toplumun ortak veya benzer taleplerle şekillenen ortalama bir politik uzlaşma arayışının temeli;

  • İnsanın nasıl yaşayacağı,
  • Ailesini nasıl geçindireceği,
  • Nasıl yönetileceği,
  • Hangi hakları talep edeceği,
  • Ve bunları kendisine kimin ve nasıl ulaştıracağı gibi çağdaş beklentilerdir.

Millet birliğini bozan yalnızca dilde, inançta, ülküde farklılaşma değil; nasıl yönetileceği ve hangi hakları isteyeceği konusunda karar verememekten kaynaklanan gelgitler ve tereddütlerdir.

Bir siyasi parti olarak bizim görevimiz bu tereddütleri kaynağında gidermek, muhtemel kafa karışıklıklarını zamanlama yanlışına düşmeden telafi etmektir.

Bu nedenle "biz" odaklı bir anlayışın temsilcisi olan milliyetçiliğin "ben" ile olan bağlantısını dikkate alarak "ben ve biz" arasında titiz bir denge oluşturmak durumundayız.

Milliyetçiliğin anlamı olan "biz", sayısız "ben"lerden oluştuğuna göre insanlarımızın akut sorunlarını seslendirerek milletimizin sorunlarını da dile getirmiş olacağız, böylelikle millet ve insan eksenli bir siyaset gelişimine hizmet edeceğiz.

Bu durumda, insanın maruz kaldığı her sorun siyasetimizin ilgi ve çözüm sahasına mutlaka girmek durumundadır.

Siyaset yapıyor olmanın gereği ve gerçeği de budur.

Bu kaçınılmaz gerçek,

  • Köylüden çiftçiye, memurdan işçiye, esnaftan sanayiciye kadar yerleşen ekonomik işbölümünü;
  • Çalışandan işsize, gençten yaşlıya, emekliden engelliye kadar var olan toplumsal çeşitliliği,
  • Bankacıdan borsacıya, bürokrattan yöneticiye kadar idari ve mali yapıyı kapsayan büyük bir kompozisyonun tanımıdır.

Üstelik bu kompozisyon sabit ve durağan bir yapı değildir.

Nitekim değişen, gelişen, dönüşen, etkilenen bir canlı organizma gibi tükenmeyen bir oluşumun ifadesidir.

Milliyetçi Hareket Partisi, içinde milletin olmadığı, insanımızın refahının, ferahının ve selametinin gözetilmediği hiç bir hedefi asla kabul etmeyecektir.

 

“Adım Adım 2023, İl İl Anadolu,” temasıyla sürdürdüğümüz çalışmalarımızın esası ve özü bu düşüncelerimde mahfuzdur.

Müsterih bir vicdanla diyebilirim ki;

Milletimizin her güzel insanını hızır, ülkemizin her gününü de Kadir gören bir gönül derinliğiyle geçtiğimiz hafta da dahil olmak üzere 30 Ekim 2021 tarihinden bugüne kadar 55 ilimizi ziyaret ettik.

Gittiğimiz her yerde coşkuyla karşılandık.

Bu vesileyle Anadolu’nun yollarına düşüp vatandaşlarımızla kucaklaşan bütün dava arkadaşlarımı, fedakâr teşkilatlarımızı bir kez daha tebrik ediyorum.

İnanıyorum ki, verdiğimiz bir selamla bin kalbe girdik.

Dert dinledik, deva olacağımızın sözünü verdik.

Cumhuriyeti’mizin 100’üncü yıl dönümüne kadar hızımızı daha da arttıracağız.

Şu hususu özellikle hatırınızda tutunuz ki, bizimle kim uğraşıyorsa, hâlâ sorumluluğumuz devam ediyor, millet düşmanlarına korku salıyoruz demektir.

Onun için dedikodular, fitne ve fesat salgınları bizleri yıldıramaz, kesif saldırılar bizleri korkutamaz, yolumuzdan caydıramaz.

Bu kutlu davanın gücüne asla ve asla sekte vuramaz.

Olsa olsa bizlere doğru yönde olduğumuza dair güç ve fikir verir.

Kendimizi bilir, hasmımızı bilmezsek başarısızlık kaçınılmazdır.

Kendimizi bilmez, hasmımızı bilirsek yine başarısızlık mukadderdir.

Ama hem kendimizi hem de hasmımızı bilirsek Allah’ın izniyle başarı bizimdir, zafer bizimdir, gelecek bizim olacaktır.

Kim Türk milletinin hasmı ise, eğmeden bükmeden söylüyorum ki, bizim de sonuna kadar hasmımızdır.

Türk milletinin, Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Cumhur İttifakı’nın karşısında oğul veren, elma kurdu gibi üreyen, virüs gibi yayılan hasımların kimler olduğunu bilmek, tarafımızı açık etmek mecburiyetindeyiz.

Bizim tarafımız millettir, bizim tarafımız demokrasidir, bizim tarafımız mazlumlardır, masumlardır, mağdurlardır, gariplerdir, tüyü bitmemiş yetimlerdir.

Partimiz bir gönül çemberi, bir sevda yumağı, bir dava onurudur.

Milliyetçi Hareket Partisi’ni her zaman doğru anlayan, Cumhur İttifakı’nı doğru anlatan, bununla kalmayıp her zaman sahip çıkan, bundan sonra da çıkacak Türkiye Sevdalıları hep var olacaktır.

İnanıyorum ki, onlar her geçen gün daha da büyüyüp güçlenecek, her türlü oyunu bozacaklardır.

Milli Şairimiz Mehmet Emin Yurdakul’da, yüzyıl önce anlamını bulduğu gibi Milliyetçi Hareket’in ve Cumhur İttifakı’nın sevdalıları;

En hakir insanı kardeş sayan bir erdem,

Esir yaratmayan Allah'a yürekten bir iman,

Paçavralar altındaki yoksulun yaraladığı bir vicdan,

Ve "mazlumların intikamını almak” için doğduğuna inanan bir kudret ile yoğrulmuşlardır.

Tam bir hafta önce ebediyete irtihal eden ve rahmetle andığımız Diriliş Şairi Merhum Sezai Karakoç ne güzel de söylemiş: “Geceye yenilmeyen her kişiye ödül olarak bir sabah, bir gündüz, bir de güneş vardır.”  

Değerli Arkadaşlarım,

Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’un fethinden sonra şehre girişinde, onu karşılayan halk, Hocası Akşemsettin’i Fatih zannedip ona çiçekler uzatmıştı.

Akşemsettin ise “Padişah ben değilim” diyerek yanındaki büyük hünkarımızı işaret etmiş, o da “Padişah benim, ama o benim Hocamdır. Çiçekler de ona layıktır” sözüyle muazzam bir vefa örneği sergilemişti.

Hafızalarımızdaki bir başka rivayette şudur:

Mısır seferinden dönüş yolculuğunda, Yavuz Sultan Selim’in kaftanına Anadolu Kazaskeri, aynı zamanda Hocası Kemalpaşazade’yi taşıyan attan çamur sıçramıştı.

Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim, bu çamurlu kaftanını övünç sayarak vefat ettiğinde sandukasının üzerine örtülmesini emretmişti.

Hoca-talebe, öğretmen-öğrenci, öğreten-öğrenen ilişkisi Türk-İslam medeniyetinin temerküz etmiş madde ve mana külliyatının bir bakıma icması ve ibrasıdır.

Adına ne dersek diyelim, ister hoca, ister öğretmen olsun, medeniyet meşalemizi tutan müşfik eller bellidir, hürmete ve sevgiye de ziyadesiyle müstahaktırlar.

Aziz büyüklerimiz, “İlim Çin’de de olsa gidip alınız” öğüdünden tutun da “bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözüne kadar öğrenmenin, öğretmenin zamanlar üstü önemine hayranlık uyandıran bir şekilde temas etmişlerdir.

Öğretmen köklü nesillerin mimarı, körpe niyetlerin mihmandarıdır.

Öğretmen bir şahıstan şahsiyet çıkaran, insana insanlığın inceliklerini anlatan, hamlığı olgunlaştıran sanatkârdır.

Yarın 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlayacağız.

Onların milli hayatımızdaki, eğitim ve öğretim sistemimizdeki müstesna yerlerini, muhterem hizmetlerini konuşacağız.

Bunu yaparken sorunlarını samimiyetle ele almak, duyarlılıkla ve empatiyle onları anlamak, beklentilerini sırasıyla karşılamak; nihayetinde sosyal, ekonomik ve mesleki taleplerini bihakkın yerine getirmek durumundayız.

Elbette öğretmenlerimizi yılın sadece bir gününe sıkıştırıp, sadece bir gününde hatırlamak hakkaniyet ölçüleriyle bağdaşmayacaktır.

Merhum Yahya Kemal Beyatlı, “maziyi vatandan ayırmanın, ruhu bedenden ayırmak kadar imkansız” olduğunu söylemişti.

Öğretmeni de Türkiye’nin gelişme ve büyüme mücadelesinden ayrı görmek, ayrı bir yere koymak takdir edersiniz ki söz konusu değildir.

Eğitimin amacı, bireyin kendini gerçekleştirmesi, kendine ve topluma yararlı hale gelmesi, ortaya çıkan sorunlara çözüm bulma, problem çözme yeteneğinin kazandırılmasıdır.

Bu sürecin rehberi öğretmenlerimizdir.

Öğretmenler, eğitim sisteminin en temel öğesidir.

Bir ülkenin kalkınmasında, nitelikli insan gücünün yetiştirilmesinde, toplumdaki huzur ve sosyal barışın sağlanmasında, insanın sosyalleşmesi ve toplumsal hayata hazırlanmasında, milli kültür ve değerlerinin genç kuşaklara aktarılmasında öğretmenlerimiz başroldedir.

Sorunsuz öğretmen sorunsuz eğitim ve öğretim demektir.

Sınıfında öğrencileriyle baş başa kaldığında, kirasını nasıl ödeyeceğini, nasıl geçineceğini, borç yükünün altından nasıl kalkacağını düşünen, kaygılarıyla korkuları arasına sıkışan bir öğretmenin verimli olması, kendisinden beklenen faydayı gösterebilmesi mümkün müdür?

Öğretmenlerimiz huzurluysa evlatlarımız da huzurlu olacaktır.

Bu gerçeği artık hepimizin görmesi şarttır.

Geleceğimizden tasarruf edemeyeceğimize göre, hiçbir hakkı öğretmenlerimize çok göremeyiz, onlardan esirgeyemeyiz.

Mesela atanamayan öğretmen sorununa neşter vurulmalı, bu konu artık kapanmalıdır.

Ülkemizin daha da gelişmesi, öğretmenlerin kalitesine, eğitim materyallerine, güncel kütüphanelere, geliştirilmiş müfredata bağlıdır.

Bunların hepsi gereklidir, ama kalifiye ve iyi motive olmuş öğretmenler olmadan diğerlerinin hiçbir anlamı olmayacaktır.

Merhum Prof.Dr.Sühely Ünver, Hattat Hacı Nuri Korman’ın yazdığı bir levhadan şunları aktarmıştı: “Tevazu bir ibrişimdir, cümle ahlak incileri onunla dizilir.”

Öğretmenlerimiz bizim gözümüzde ahlak incileri, tevazu ziynetleridir.

Öğretmenlerimizin sorunlarını biliyoruz.

Onların şikâyet ve sitemlerinin farkındayız.

Parti olarak öğretmenlerimizin özlük haklarının iyileştirilmesi, maddi ve manevi beklentilerinin mümkün olan en üst seviyede temini amacıyla elimizden gelen her çabayı göstereceğiz.

Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerin yetişmesinde emek verip ter döken öğretmenlerimize şükranlarımı sunuyorum.

Evlatlarımıza vatan ve millet sevgisini aşılayan, akıl ve ahlak gelişimlerini sağlayan, kültür hazinesi, tarih çeşmesi, bilgi aydınlığı olan öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyorum.

Şehit öğretmenlerimize Allah’tan rahmetler niyaz ediyorum.

Halen görevde olan öğretmenlerimize başarılar diliyor, emeklilik hayatlarını geçiren öğretmenlerimize de sağlıklı ve uzun bir hayat temenni ediyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Doğru bildiklerimizi, doğru gördüklerimizi, inandığımız değerleri birileri güceniyor, kızıyor veya rahatsız oluyor diye söylemekten çekinmeyeceğiz.

Varsın fincancı katırları ürkerse ürksün, yeter ki milletimizin sözü, hükmü ve iradesi yere düşmesin, düşürülmesin.

Demem odur ki, zülfü yâre dokunmak gerekiyorsa onu da yapmaktan geri durmayacağız.

Biz olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.

Türk siyasetini zehirli sarmaşık misali saran bir çürüme, bir ilkesizlik, bir ahlak erozyonu vardır, kuşkusuz bunun failleri zillet ortak paydasında buluşan siyasi partilerdir.

Bu teşhisimizi objektif kriterler, sarsıcı gelişmeler, alarm verici ilişki ağları ekseninde koyduğumuz iyi bilinmelidir.

Zillet ittifakı bürokrasiyi tehditten, yabancı misyon şeflerini tebrikten, teröristleri taltiften, emperyalizme teşrifatçılıktan, her türlü tefrikadan özel bir haz almaktadır.

Türkiye’ye karşı nerede bir cephe açılmışsa maalesef CHP’sinden İP’ine, HDP’sinden diğer marjinal partilerine kadar hepsi içindedir.

Bu utanç verici, bu yürek burkan tablo ülkemizin en derin yarasıdır.

Hırslarına, nefislerine, egolarına, küçük heveslerine yenilmiş zillet partilerinin Türkiye’nin hem yönetim sistemiyle, hem milli birliğiyle, hem de istiklal davasıyla iflah olmaz meseleleri vardır ve maalesef gerçekler gün gibi meydandadır.

Kılıçdaroğlu, geçen hafta bir Yunan gazetesine demeç vermiş, yine çuvallamış, bulanık aklının dibindeki kalın tortuları göstermiştir.

Demiş ki, “iktidara geldiğimizde Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı’nı kuracağız. Neden Savaşıyoruz?”

Sayın Kılıçdaroğlu, savaş nerededir? Savaşan kimdir?

Terörle mücadeleye hayır diyen, Türk askerine hayır diyen, buna karşılık terör örgütlerine evet diyen yozlaşmış bir zihniyetin savaştan anladığı, savaşla kast ettiği nedir?

Irak’ın kuzeyinde icra edilmiş Pençe Harekatı kapsamında yedi ay içinde 831 teröristin etkisiz hale getirilmesi, 1407 mağara ve sığınakların imhası Kılıçdaroğlu’nu rahatsız mı etmiştir?

Mavi Vatan’daki dik duruşumuzla birlikte Libya, Irak ve Suriye’de barış ve istikrarın müdafaasını yapmamız uykularını mı kaçırmıştır?

Kırmızı listedeki terör elebaşlarını nokta operasyonlarla tasfiye etmemiz kabus mu yaşatmıştır?

Türkiye düşmanlarıyla kucaklaşmak maksadıyla helalleşme sayfası açan Kılıçdaroğlu’nun dilinin altındaki bakla nedir?

Yunan gazetesine, Akdeniz ve Ege’deki egemenlik mücadelemizin haklılığını anlatmayan, Yunanistan’ın artan tahriklerine ve silahlanmasına tepki göstermeyen CHP Genel Başkanı bir kez daha yanlışa gömülmüş, bir kez daha gayri milli siyasetini deşifre etmiştir.

İşte CHP budur, işte Kılıçdaroğlu böylesi bir çıkmazın anaforundadır.

Diğer yandan, bu partinin bir grup başkanvekili televizyona çıkmış, “HDP’nin PKK ile ilişkisi olduğunu görmedim” diyecek kadar milli gerçeklerden kopmuş, Kılıçdaroğlu’nu tamamlamıştır.

Be hey gafil, bakıyorsun, ama görmüyorsun; görüyor, ama itiraf edemiyorsun.

PKK ile HDP’nin kanlı madalyonun iki yüzü olduğunu cümle alem gördü de bir tek siz mi görmediniz, yalnızca siz mi fark edemeniz?

Bu nasıl boş kafadır? Bu nasıl pes etmiş, teslim olmuş, katile hayran olmuş sefil bir zihniyettir?

Bununla da kalmayan bu siyasi bedhah, “Demirtaş’ın ve Kavala’nın tutukluluğunu doğru bulmuyoruz” açıklamasıyla CHP’nin kimlerin elinde un ufak olduğunu ispatlamıştır.

 

Demirtaş’ın niye tutuklu olduğunu ben söyleyeyim, çünkü teröristin yeri sokaklar, siyaset koridorları, özgür bir hayat değil, demir parmaklıkların arkasıdır.

Bu ülkede kuyumuzu kazmaya çalışan Sorosçulara müsamaha yoktur, bunların da adresi cezaevidir.

CHP yönetiminin teröristlerle ve Sorosçularla bu denli iç içe geçmesi öncelikle geçmişlerine, kendi partililerine hakaret, hatta hıyanettir.

Kılıçdaroğlu’nun “iktidarımızda başörtülü bakan olacak” ifadesi de sömürüdür, istismardır, vaki gerçekleri görememenin hüsranıdır.

İktidara gelmesi hayal olan bu zihniyetin Türkiye’de başörtü meselesinin çözüldüğünden, artık bu meselenin çok gerilerde kaldığından haberi yoktur.

Siz başörtülü bakanı konuşmaktan önce, ikna odalarında eziyet ettiğiniz, üniversite kapılarından geri çevirdiğiniz gencecik kızlarımızın hesabını verin de görelim.

CHP ile İP’in paçası tutuşmuş olacak ki, genel başkanlar düzeyinde birbirlerine ziyaretleri sıklaştırmışlar, en son olarak asık ve mutsuz yüz hatlarıyla kamuoyunun huzuruna çıkmışlardır.

Ne yaparlarsa yapsınlar, milletin demokratik tecziyesinden kesinlikle kurtulamayacaklardır.

İP’in başkanı, Türkiye’nin farklı farklı mahallere bölündüğü söylüyor.

Bu dil bölücü bir dildir. Bu üslup zararlıdır, zillettir.

Türkiye doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine birdir, bütündür, Türk milleti ise büyük ve kutlu bir ailedir.

Bölünen mahalleler değil, zilletin ta kendisidir.

Ne sokaklarımızı, ne mahallelerimizi, ne şehirlerimizi, ne vatanımızı, ne de insanlarımızı bölmeye hiç kimsenin, hiçbir alçağın gücü yetmeyecektir.

İP Başkanı, yüzde 50+1’in şahsıma sorulmasını istemiş.

Bu arada gazetelerde, televizyon ekranlarında hala yüzde 50+1 tartışması kıyasıya devam etmektedir.

Bilen de konuşmakta bilmeyen de atıp tutmaktadır.

Tam bir kafa karışıklığı hakimdir.

Şimdi beni iyi dinlesinler, onlara yüzde 50+1 anlatayım da biraz ders alsınlar, sonuç çıkarsınlar, bu konuyu da daha fazla sündürüp sağa sola çekiştirmesinler.

Cumhurbaşkanının iki turlu seçimle, doğrudan halk tarafından ve “geçerli oyların salt çoğunluğu”yla, yani yüzde 50+1 oyla seçilme kuralı 21 Ekim 2007 tarihli Anayasa değişikliği ile kabul edilmiştir.

Bu usul getirildiğinde Anayasa’da “parlamenter sistem” öngörülmekteydi.

16 Nisan 2017 tarihli Halkoylamasıyla “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçilmiş, fakat Cumhurbaşkanının seçim usulü değiştirilmemiştir.

Lütfen dikkat buyurunuz, dünyada Cumhurbaşkanı veya Devlet Başkanını halkın seçtiği 99 ülkede geçerli oyların yüzde 50+1’ini alan adayın seçilmesi anayasal norm olarak kabul edilmiştir.

Yine dünyada 103 ülkede Cumhurbaşkanını veya Devlet Başkanını halk seçerken bunlardan 99’unda salt çoğunluk uygulanmaktadır.

Cumhurbaşkanı ya da Devlet Başkanının halk tarafından seçilmesinde uygulanan ikinci usül yüzde 40+10 olarak isimlendirilen sistemdir.

Altını çizerek ifade etmek isterim ki, bu sistem sadece Bolivya, Kosta Rika, Ekvator ve Arjantin’de geçerlidir.

Mezkur bu sistemde iki turlu yapılan seçimlerde ilk turda geçerli oyların yüzde 40’ını alıp en yakın rakibine yüzde 10 fark atan adayın

Gönderen: journal



Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar
Copyright © 2024