AŞK - Eskişehir Haber

GÜNDOĞDU YILDIRIM

GÜNDOĞDU YILDIRIM
GÜNDOĞDU YILDIRIM

AŞK

AŞK
Yayınlama: 22 Nisan 2010 Perşembe - 12.569
A+
A-

AŞK

Gündemde öne çıkmış, popüler olmuş, çok ilgi görmüş kitaplara her zaman ön yargı ile bakmışımdır. Bu önyargılarımın bir çoğunda haklı çıkmış, bu kitaplar bu ilgiyi hak etmiyor demişimdir.

 Gerçektende birileri parmağı ile bir yerleri adres gösteriyor, sonrada ülkenin en çok okunan kitapları ve yazarları arasında yer alıveriyorlar.

Bizim gibi yazarlara da; “sen onları boş ver yaz!” diyorlar.

Yazmak; tabii ki okunmak, ünlü olmak, beğenilmek gibi kavramların dışında gerçekleşen; insan duygularının, bir yanar dağ patlaması gibi bir süreç sonucu ortaya çıkardığı sanatsal ürünlerdir.

Yazar, yazdıklarının bir eser olarak yayınlanacağı felsefesiyle yazmaz. Duygularının, bilgisinin, yüreğinin kaleme alınmış, yazıya dökülmüş halidir.

Birçok eser bu temelde değer bulur, sanatsal, edebi ve düşünsel değeri temelinde yayınevinden çıkar, kitapçıların raflarını doldurur, okuyucularını bekler.

Kitapların ne anlattığı çok önemlidir.

Bir çok kitap işlediği konuya göre okuyucunun ilgisini toplar veya toplayamaz. Ülkede siyasi ve güncel kitaplar her zaman ilgi toplamıştır. Romanlarda ise tutturmak önemlidir. Örneğin, “İnce Memed”  gibi.

Kişisel fikrim, “her kitap okunmalıdır”

Bu temel fesle ile son yıllarda çokça öne çıkmış veya çıkarılmış yazarlardan biri olan Elif Şafak’ın, “Aşk” romanının üzerinde durmak istedim.

Arkadaş çevremde en çok okunan ve konuşulan bir kitap olması nedeniyle, okumak gerektiğini düşünerek kitabı aldım ve kısa sürede okudum.

“Babam ve Piç” kitabının çok iyi bir dili vardı. “Aşk” içinde aynı şeyi söyleyebilirim. Çok rahat okunabilecek bir kitap.

İşlediği konu çok ilginçti. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmez türündendi. İlk sayfalarda okuduklarım alıntımı ki diye düşünerek, diğer sayfalara geçtim ama sonuna kadar aynı tarzda devam etti.

Kitaptan öğrendiklerim oldu.

Konya’yı ve Bağdat’ı öğrendim.

İşin inanç kısmı da tarihi süreç olarak baktığımda etkiledi.

 Bin iki yüzlü yıllar gözümde canlandı. Vay be! O tarihlerde din sorgulanmış, farklı inançlar benimsenmiş, tasavvuf felsefesi bir çok yerde hüküm sürmüş.

O yıllarda Bağdat, medeniyetin merkeziymiş.

Araplar hakkındaki ön yargılarım biraz olsun değişti. Demek ki, hep geri kalmış bir toplum değilmiş dedim. O çağlarda Araplar, çağdaş ve ilericilermiş.

Konya, o dönem çok güzel bir şehir, bir çok kültür bir arada, halklar barış içindeler.

Mevlana’nın eşi bir Hıristiyan asıllı.

Sufi’lik kabul gören, hoş görüyle bakılabilen, duygu ve düşüncelerinin rahatlıkla dile getirildiği bir felsefe. Günümüzde halen o dönemdeki kadar rahat ifade edilememekte olması, ne kadar ileriye gittiğimizin bir göstergesidir.

Geçen bin yıla rağmen ülkede çok fazla bir şey değişmemiş. Hatta o dönemin gerisine düşülmüş.

Mevlana’nın düşünceleri çok hoş ve evrensel değerler ölçüsünde.

Elif Şafak’ın böyle bir konuyu ele alması çok önemli.

“Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.”, doğru sözü “Şu hayatta daha çok şey bilen insanlar daha durgun, daha dingin olur.” evrensel doğrusu, “Güzellik insanın kendisindedir” vurgusu, “yanmak”, “hazır olmak, “arınmak” günümüz insanının en çok ihtiyaç duyduğu değerlerdir.

“Zaten hayatta hiçbir konuda sabit fikirli ve katı olmanın gereği yoktu; zira yaşamak demek habire değişmek demekti” diyalektik bir gerçeklikti.

Aşk’ta eksik olan ise; edilgen değil etken bir insan ruhunun öne çıkmamış olmasıdır.

“Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır,merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.”





Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024