EVLİYA VE KERAMETLERİ - Eskişehir Haber

EVLİYA VE KERAMETLERİ

EVLİYA VE KERAMETLERİ
Yayınlama: 2 Şubat 2013 Cumartesi - 13.724
A+
A-

            Nevzat Laleli    HAY-DER Gen Başk.

            Gençlik yazı serisi

            Zaman zaman çevremizde ki insanlar, bazı insanları anlatırken onlar için “Evliya, Eren, Pir, Şeyh” gibi sıfatlar eklediklerini duyarız. Bunların bazı fevkalade olaylara imza attıklarını da dinleriz.

            Medya, (Televizyonlar, gazeteler, radyo ve internet) daha ileri giderler ve olağanüstü bir olayı anlatmak için “Mucize” kelimesini kullanırlar.

            Şurası iyi bilinmelidir ki Allah dilediği insana fevkalade olaylara imza atma yetkisi ve gücü verebilir. Ancak onlar, bu özelliklerinin farkına vardıkları zaman, hep gizli tutarlar, bu özelliklerini bir övünç sebebi saymazlar. Kendilerini aciz ve günahkar kullar olarak görürler, “mahfiyet (zayıf ve güçsüz görünmek) onların şiarı (önemli özelliği) dır.

Onların, olağan üstü hallerini saklamalarının iki sebebi vardır. Birincisi bu türlü olayların kendilerinden değil ancak Allah’ın kendilerine lütfetmesiyle olduğunu bilirler.

Bu özellikleri kendilerinden bilenler, Allah’ın yardımını alamayan, nefs atına binmiş kimselerdir ve onlar zaten böyle bir özelliğe de kavuşturulmazlar.

İkincisi de bir cahil insan, bu fevkalade halleri görürse, bu hali gösteren adam, onun gözünde büyür ve onu “insanüstü bir gücün sahibi” olarak görür. Bu da o adamın ilahlaştırılması demek olur ki buna İslam da “Şirk (Allah’a ortak koşmak)” denir. Hâlbuki şirk, İslam’da en büyük günahlardandır.

ŞEYH UÇMAZ, MÜRİT UÇURUR

Bazı insanların bu türlü olaylar yapabildiğini, onu haddinden fazla sevdiğini söyleyen cahil insanlar tarafından yakıştırılır veya uydurulur. Muhib (seven), karşısındaki insana sevdiğini anlatırken, konuşmasının dozunu ayarlayamaz. Ve tarikatlarda bir deyim olarak söylenen, “Şeyh uçmaz, mürit (bağlı, seven) uçurur” ifadesi, bu türlü yanlışlıkları düzeltmek için konmuş bulunmaktadır.

Hayattayken sohbetinde bulunduğum, kendisinden hâlâ da istifade ettiğim Merhum Mehmet Zahit Kotku Hazretleri, (Rahmetullahi aleyh) bir sohbetinde;

Bazı insanları uçuruyorlar, kaçırıyorlar. Bunlar nefsin aldatıcı oyunlarıdır. Sen Allah’a kendini sevdirebiliyor musun? İşte bütün mesele budur” demiştir.

Yaşını başını almış, hıfzını ikmal etmiş bir dostumuz, bir toplulukta şöyle bir olay anlattı. Kars’da metfun Hasan Harakani adında bir zat var. O zatı kabrinde kendisini ziyaret etmiş, sevabı ruhuna bağışlanmak üzere “Fatiha Şerif” okumuştum. Bu zat için;

“Bir gün bazı insanlar, Hasan Harakani Hazretlerinin evine onu ziyarete gittiler. Gelip kapısını çaldılar. Kapıyı Şeyh’in hanımı açtı ve kendilerine Hasan Harakani’nin evde olmadığını, dağa odun kesmeye gittiğini söyledi.

Misafirler, gelmişken kendisini görmeden dönmek istemediklerinden, Şeyh’in gittiği dağa doğru yol aldılar. Bir müddet sonra bir de ne görsünler(!); Şeyh, bir aslanın üzerine ata biner gibi binmiş. Eline de bir yılanı kırbaç olarak almış, kendilerine doğru geliyor. Sormuşlar,“Şeyhim bu ne hal?” O da demiş ki;

“Evdekine (hanımın bana yaptıklarına) sabrettim de onun karşılığı Allah bu gördüğünüz hali bana nasip etti(!)”

BU HİKÂYE NİÇİN ANLATILIR

Bu hikâye bir insana veya bir topluma niçin anlatılır? Bir insana, (velev ki Evliya olsun) böyle olağan üstü haller niçin yakıştırılır? Bu hikâye, Hasan Harakani Hazretlerini büyütmek için mi anlatılır? Yoksa karşıdaki insana; “İyi bir Müslüman olursan, sen de böyle kerametler gösterirsin” diyerek onu iyi bir Müslüman olmaya ikna etmek için mi anlatılır? Veya insanları İslam’a ısındırmak için mi anlatılır? Bu ve benzeri hiçbir gerekçenin böyle abartılmış bir hikâyeyi anlatmak için bize ruhsat veremez.

Cenab-ı Hak, bir ayeti kerimesinde; “Dininizi ikmal ettim (onda bir eksik kalmadı), nimetimi tamamladım (başka bir şeye artık ihtiyacınız yoktur). Size din olarak İslam’ı seçtim (İslam’dan başka din kabul etmem)” buyurmaktadır.

Yukarıda anlatılan hikâye ve benzerleri acaba dinimizde bir eksiklik var da onu tamamlamak için mi anlatılır?

Allah korusun, eğer böyle düşünülüyor ise bu, insanı küfre (inkâra) götürür. İnsanların kalbini İslam’a ısındırmak için bu türlü hikâyeleri anlatmaya gerek yoktur. Bir insana olağan üstü haller hamletmek (yakıştırmak) onu normal insanlardan ayırmak, insanı Allah korusun şir’ke götürür (Allahtan başka gücün var olduğu zannına düşürür)

Bize ve karşımızda ki insanlara, Peygamberimiz ve Ashabı anlatmak, Asr-ı Saadetten yüzlerce binlerce Sünnet-i Seniyeyi, Hadis-i Şerifi nakletmek, Peygamberimizin mucizelerini, Sahabenin hayatından örnekleri söylemek bize yeterlidir.

Yapılacak şey, Hadis-i Şerifleri, Sahabenin yaşadığı hayatı anlatan “Hayatüs Sahabe” yi bol bol okumaktır. Nitekim Mehmet Zahit Bursevi Hazretleri olsun, diğer âlim zatlar olsun, müridanı yetiştirmek için her zaman “hadis derslerini” öne almışlar, konularını onlardan alarak açıklamışlardır. Ramüz-ül Ehadis (Hadisler deryası) kitabını ellerinden ve dillerinden hiç düşürmemişlerdir.

Mucize kelimesi, sadece Peygamberlere mahsus bir olaydır. Mucizeyi Peygamberler istese de yapamazlar. Ancak Allah’ın dilemesi ile onlar böyle fevkaladelikler gösterebilirler.

Hazret-i Musa (a.s)ın Firavunla ve sihirbazları ile yaptıkları gösteriler, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’in (s.a.v) “Ay’ı ikiye ayırması” gibi…

Zamanımızda Peygamber olmadığına ve olamayacağına göre, mucize kelimesi spikerlerin ve gazete yazarlarının hadlerini aştıkları bir kelimeyi kullanmalarıdır.





Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024