HARMANA SERERLER SARI SAMANI... - Eskişehir Haber

Hüseyin GÜVEN

Hüseyin GÜVEN
Hüseyin GÜVEN

HARMANA SERERLER SARI SAMANI...

HARMANA SERERLER SARI SAMANI...
Yayınlama: 13 Haziran 2021 Pazar - 5.929
A+
A-

Harman zamanı, yöremiz ve Anadolu insanı için çok önemlidir...

Ekilişlerinin, emeklerinin karşılığını alacakları, sonrasında biraz olsun nefes alıp dinlenmeye geçecekleri zamandır harman zamanı...

Eskiden alışverişlerin bile 'Harman zamanına kadar' diye yapıldığını hatırlayın lütfen...

Bazıları için emeğinin karşılığı, bazılarımız için dinlenmenin arefesi bazılarımız için ayrılık, bazılarımız çin kavuşmadır harman zamanı...

Geçmişten günümüze türlü türlü hayat hikayayeleri vardır...

 Hemen her yörede harmana dair hikayeler okur, duyarız... 

Duyduğumuz bazı hiayeler yüreklere dokunmuş, türküler, ağıtlar, deyişlere konu olmuştur...

Güvence arşivimizi araladık geçen gün, güzel bir hikayeyi sizinle paylaşmayı istedik...

Uzak değil, dizimizin dibinden, Kent'imizin 13. ilçesi olarak bildiğimiz Emirdağ'dan gelecek bir hikaye...

 

Bu hikayede emek, sevgi, saygı, örf, adet, töre, vefa nedir hepsinin harmanını bulacaksınız...

 

Hikayemizin kahramanı 'tırpancı Kara Yusuf'

  Bahse konu edilen türkünün adı ise başlıktan anlayacağınız üzere 'Harmana Sererler Sarı Samanı'


Buyurun, hepbirlikte okuyalım;

.../...

Emirdağ ovası sıcak bir yaz gününde adeta kavruluyordu. Güneş tam tepeden ekin biçen tırpancıların başlarından aşağıya doğru ılık terler dökmelerine sebep oluyordu. O yıl bereketli bir yıldı ve başaklar üzerine bindirilmiş altın gibi parlayan buğday tanelerini taşıyamıyorlar, neredeyse bükülmekten kırılacak seviyeye gelmişlerdi. Dönüm başı kiralanan tırpancılar, tırpanlarını sarı buğday deryasına sallarlarken, derin hayallere dalıyorlar, uzunca bir süreden sonra ritmik hareketlerle salladıkları tırpanın ağırlığını hissetmiyorlardı. Saf tutarak ekin biçen tırpancıların arasında fidan boylu, kara-yağız bir delikanlı vardı ki, yazın esen ılık rüzgarların çarpıntıları ona güç veriyor ve onlarca dönüm tarlaların sarı renkli başakları sürmeli yeşil gözlerinde yansıyarak, onu sevgi deryasında savrulmuş kayık misali aşka davet ediyordu.

Adaçal'ın eteklerindeki Belen sırtlarında kendini işe vermiş tırpancılar ve tarla sahiplerini suskunluk bürümüş, konuşmadan durmadan çalışıyorlardı. O sırada ekenek civarında bulunan tek ardıç ağacının altında dinlenmekte olan gençlerden birinin bağırması bu sessizliği bozdu. Tarlaların büyük bir bölümünün sahibi Tahir Ağa geliyordu ve bu durumu çalışanlara haber vermeliydi. Bir çift heybetli doru tayın koşulduğu yeşil renkli, tekerleklerine takılmış zillerin sesinin uzaktan hoş bir tını yaratarak duyulduğu araba ve üzerinde uzunca bir kaban giymiş kasketli, bir o kadarda havalı orta cüsseli bir adam ve arabası yaklaşıyordu. Araba kısa bir süre sonra ardıç ağacının cılız gölgesinin altına gelip durdu.

Arabadan, önce ağanın yamağı Kel Hüseyin indi, arkasından Tahir Ağa indi. Arabada biri vardı ki, esmer, ela gözlü, başında oyalı yazması bulunan ay yüzlü, dünyalar güzeli genç bir kız. Dinlenmekte olan Yusuf'un dikkatini çekmişti. Yusuf utangaç bakışlarla kıza bakıyor ve bilinçsizce iç geçiriyordu.

"Aman Allah'ım bu ne güzellik böyle, sanki insan değil bir melek" diye düşünmekten kendini alamıyordu. Ağanın seslenişi bu büyüyü kısa sürede bozdu: "Kızım Elif, şu azıkları ve ayran testisini uzat!"

Bu sırada Yusuf, kızın adının Elif olduğunu öğrenmişti. Ne anlamlı, güzel bir ismi vardı. Yusuf, istemdışı çevik bir hareketle yerinden fırladı ve Elif'in uzatmış olduğu ayran testisini tuttu. Ela ile yeşil gözlerin gizemli buluşması birkaç saniye de olsa ilk kez gerçekleşti. Bu farklı bir duyguydu. Topak Kız ve Kara Yusuf'un gönül gözlerinin yoğunlaşmış yansımaları, yüreklerindeki sevda ateşinin olgunlaşarak parlamasına neden oldu.

Tahir Ağa'nın kısa süreli ziyareti sona ermiş ve yeşil boyalı arabalarına binerek, Emirdağ merkezine doğru yol almaya başlamışlardı. Tırpancıların uzunca molası bitmiş ve ekin biçimine tekrar başlanmıştı. Yusuf tırpanı sallarken, gönlünün zelzeleye tutulduğunu çoktan fark etmişti. İnsana yaşama sevgisi veren aşk ateşi, tarladan biçilen her bir buğday tanesi kadar gönlüne saplanıyordu. Belli belirsiz bir sesle farkında olmadan bir türkü tutturdu: "İncecikten bir kar yağar, tozar Elif, Elif diye."

Türkünün sadece bu bölümünü bilen Yusuf, gün batımına kadar aynı mısraları yineledi.

Güneş gökyüzünün tepesinden ayrılmış, tırpancılarla dalga geçer gibi, Adaçal'ın arkasına doğru çekilmişti. Çalışanlar için artık eve gitme vakti gelmişti. Tüm tırpancılar anayolu kullanmadan Belen sırtlarından salınarak kısa sürede Emirdağ merkeze inmişlerdi. Yusuf ve arkadaşları Kacerli çeşmesinin önünden geçerken, genç kızlar sırayla su dolduruyorlar ve çeşme başında muhabbet ediyorlardı. Aslında birçoğu için su doldurmak bahaneydi, esas olan havas oldukları yiğit Emirdağ gençlerini görebilmek için buradaydılar. Tırpancılardan birisi su içmek için çeşmeye doğru yaklaşırken, Yusuf'un gözü bir güzele odaklandı. Böyle bir tesadüf olamazdı. Bu güzel, Elif'ti. Evet, kesinlikle oydu. İki genç utangaç bakışlarla uzunca bir süre bakışıp, birbirlerine ışmar eylediler. Elif'in elinde tuttuğu üzeri işlemeli su testisinin motifleri, adeta ilk aşkının yeşeren sevda ateşini simgeliyordu. Yusuf bir yudum su içmek bahanesiyle, çeşmeye doğru yanaştı. O zamanlar bir erkek çeşmeye yanaştığında, tüm bayanlar ona öncelik verirlerdi. Bu bayan, ağakızı da olsa durum değişmezdi. Yusuf, Elif'in uzattığı kalaylı bakır tasa dolmuş, Emirdağları'nın yeşil kekik kokulu yaylalarından adeta gelinlik bir kız gibi süzülerek inen sudan bir yudum içerken, gözlerini Elif'ten ayıramadı. Kelimelerin yetersiz kaldığı bu dakikalarda, tek laf etmeden oradan ayrıldılar.

Günler günleri kovaladı, ekinler biçilip, döven döğme, patos çekme zamanı geldi. O zamanlar teknoloji ileri olmadığından devasa biçerdöverler yoktu. En gelişmiş makina olan patos, sadece koca kazada birkaç tane vardı. Genellikle arpa ve buğday gibi tahılları saplarından ayırmakta, at veya öküz arkasına koşulmuş dövenler kullanılırdı. Çift at veya öküz arkasına koşulmuş "geri" ismi verilen kenarı uzun dayaklarla desteklenmiş arabalar, biçilmiş olan ürünü ekenekten harman yerine taşımada kullanılırdı. Tüm ekinlerin biçim işi bitmiş, imece usulü kullanılan harman yerinde çiftçiler ürünlerini işlemeye başlamışlardı. Altın sarısı buğday taneleri başaklarından ayrılırken, göz kamaştıran güzellikte görüntüler ortaya çıkıyordu.

Tahir Ağa'nın ürünleri diğer çiftçilerin ürün toplamından fazla olduğundan, onlarca kiralanmış çalışanı vardı. Kara Yusuf da bunlardan birisiydi. Tüm ahali harman yerine toplanmış, tek bilek olmuş, bir an önce tahıllarını, yağmur-yaş vurmadan depolara kaldırma çabasındaydı. Tahir Ağa'nın konağı ile harman yeri sınır olduğundan, konak sakinleri hummalı çalışmaları takip ediyor ve zaman zaman çalışmalara katılıyorlardı. Yusuf ve Elif bu durumdan yararlanarak, fırsat buldukça kaçamak buluşmalara başlamışlardı. Her geçen gün genç aşıkların yüreklerindeki sevda ateşini körüklüyor, fakat gelecek korkusu adeta iki sevgiliyi umutsuzluğa sürüklüyor, birbirine olan sevgilerinin büyüklüğünü hatırladıkça, hafif buruk bir tebessümle gülümsüyorlardı.

Gün oldu devran döndü, Emirdağ'ın poyraz rüzgarları ve şiddetli ayazı karlı dağları aşarak koca konağa dayandı. Yusuf ile Elif eskisi kadar sık görüşemiyorlar, sadece ara sıra uzaktan da olsa, gönül gözleriyle birbirine olan sevgilerini işliyorlardı. O sene kış çok zorlu geçti. Emirdağları'nda, adeta soğuğa dağlar bile dayanmakta güçlük çekti. Herkesin gönlünde baharın gelmesini bekleme umudu filizlenmiş, çiğdem çiçeklerin güneşle buluşma anını özlemle bekler olmuşlardı. Sonunda tabiat ana uykusundan uyandı ve Emirbaba'dan Kaza'ya bakan güneş tatlı yüzünü tüm özleyenlere gösterdi. Körpe kuzuların özlemle meleme sesleri, sarı ineklerin danalarını özenle emzirme sahneleri, tarlada ve bahçede yeşilin tüm tonlarının, ruhu okşayan yansımaları, genç aşıkların sevdalarının bir kat daha büyümesine vesile oluyordu.

Tahir Ağa o sene Alıçlı yaylasını yurt tutmuştu. Dağlıç koyunlarının çan sesleri eşliğinde koca sürü yaylaya çıkacak, çörek otlu tulum peyniri keçi derisine basılacak ve tereyağının en hası buz gibi pınarların sularında çalkalanarak ayrıştırılacaktı. Yayla zamanı gelip çatınca konakta bir hizmetli dışında kimse kalmamış ve hepsi yaylanın yolunu tutmuştu. Kara Yusuf bir kez daha ciğerinden yaralanmış, ak benizli sevdalısı Elif'i yaylaya salmıştı. Bizim yaylalarda her ağanın bir yurdu olur ve destursuz kimse kimsenin yurduna giremezdi. Her şeyden önce on koyundan kıymetli davar köpekleri buna izin vermezdi.

Sevdalısını dağlara salan Yusuf, yayla dönüşüne kadar onu göremeyeceğini biliyor ve bulabildiği gündelik işlerle avunmaya çalışıyordu. Baharın ve yazın en güzel günleri yaşanıyor ama Yusuf için bir anlam ifade etmiyordu. Her baktığı yerde biricik sevdalısının flulaşmış hayalini görür gibi oluyor, bir anlık sevinç daha başlamadan ızdıraba dönüşüyordu.

O zamanlar Emirdağ yaylalarına tek ulaşım, taşıt yolu olmadığından dolayı, binek hayvanlarıyla yapılıyor, bu durum aslında çok kısa olan mesafeleri devasalaştırıyordu. Çatallı köyüne kadar vasıta ile gidiliyor, bu köyden sonra ise tüm ağırlıklar, yaylaya binek hayvanlarıyla taşınıyordu. Yaylaların çılgın rüzgarlarına dayanmaya çalışan Aleyçik kamışları, adeta Elif ile Yusuf'un aşklarına ağlayarak gıcılıyorlardı. Yaylada güneş doğmadan uyanan Türkmen kadınları, o daracık çadırlarında, bir taraftan yeni sağarak damda pişirdikleri sütün kaymağını, daha önceden kazada yağ tenekesini ikiye böldürerek yaptırdıkları kaymak tenekesine döküyor, diğer taraftan kalabalık nüfusuna kahvaltılık hazırlamaya çalışıyorlardı. Güneş sıcak yüzünü gösterdi ve Aleyçik'in kapısından içeriye ilk ışıklarını göndermeye başladı. Bu sırada gördüğü kabusun etkisinde kalan Elif, irkilerek uyandı. Sabah ayazında kan ter içinde kalmıştı. Belli ki korkunç bir rüya görmüştü. Elif rüyasında ne gördü, orasını bilmemiz mümkün değil ama sanırım tahmin etmek o kadar da zor olmasa gerek.

Sevdalılar için zaman geçmek bilmiyor, adeta saniyeler bir yıl oluyordu. Günlerce yaralı kalpler kavuşma isteğiyle yandı tutuştu, ama zamansız da hiçbir iş olmuyordu. En sonunda yaylalarda otlar sararmaya başladı. Elif belki de hayatında ilk kez sararan otlara sevinmişti. Dönüş yükleri semiz binek hayvanlarına yüklenmişti. Uzunca bir zahmet sonunda Çatallı köye inildi ve buradan kara taşıtlarıyla Emirdağ merkezdeki konaklarına kavuşacaklardı.

Yusuf yaylacıların geleceğini daha önceden öğrenmişti. O gün gündelik işe gitmedi. Çatallı ve Tez köylerinin Emirdağ girişinde adeta nöbete kaldı. Aslında gözü yola bakıyor ama yoldan geçenleri görmüyordu, sevda ateşiyle adeta yeşil gözlerine mil çekilmişti. Uzunca bir süre bekledikten sonra, uzaktan gelen minibüsü fark etti, araç yaklaştıkça kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyordu. Evet bu o araçtı, Emirdağ'dan giden araç. Tahir Ağa ve ailesini getirecek araç.

Minibüs Yusuf'un yanından süratlice geçti gitti. Yusuf toz bulutundan kimseyi göremedi, minibüsün istikametinin Kacerli'deki Tahir Ağa'nın konağı olduğunu bildiğinden, tüm gücüyle koşarak Keçili Deresi istikametinden Kacerli'ye doğru yol almaya başladı. Uzun bir süre sonunda Yusuf, konağa yaklaşmış ama dizlerinde derman kalmamıştı. Harman yerinde biraz soluklandıktan sonra, gözleri cananını aramaya başladı, ama dışarılarda kimse görünmüyordu. Bir süre orada duraklayan Yusuf, umutsuzluğa kapılıp tuttu evinin yolunu.

Yusuf için zaman geçmek bilmiyordu. Akşam vakti yaklaştığında Kacerli çeşmesi civarına gitmeyi planlıyordu. Yola koyulan Yusuf, çeşme başına yaklaştığında hep aynı bildik manzara, genç kızların tatlı sohbetleri ve gençlerin uzaktan uzağa kızlara ışmar eyleme sahneleri. Yusuf hayal kırıklığına uğramıştı, çünkü Elif çeşme başında yoktu. Umutsuzca beklemeye başladı.

Uzunca bir süre bekleyen Yusuf, tam oradan uzaklaşacağı sırada gözlerine inanamadı. Elif geliyordu. Yaklaştıkça güzel yüzü belirginleşmiş, yayla havası güzel yanaklarının elma gibi kızarmasını sağlamıştı. Sevdalılar birbirlerini görünce gözlerini birbirine kenetlediler. Çeşme başına yanaşan Elif, testisinin dolduğunun farkında bile değildi. Dilleri ile dişlerinin arasında karar verip kavil ettiler, akşama görüşeceklerdi. Karanlık çökmeye başladı ama kör talih, ay gökyüzünde adeta güneş gibi ortalığı aydınlatıyordu. Biraz çekinerek de olsa konağın uzunca avlusunun sonuna yaklaşan Elif, en sonunda Yusuf'una kavuştu. İki sevdalı elele tutuşup masumane bir şekilde hasret giderdiler. Koca bir kış gizli buluşmalarla görüşen sevdalılar, birbirlerine daha sıkı bağlandılar.

Yine yaz geldi, Tahir Ağa bu yıl yaylaya çıkmayacaktı. Harman zamanı hep aynı rutin işler ve dağ gibi büyüyen Yusuf ile Elif'in büyük sevdalarının yansımaları, Emirdağları'na hançer gibi saplanıyordu. O gün hava bulanıktı, Elif'in içi, bilinmeyen bir sebepten daralıyordu. Çok geçmedi Tahir Ağa, karısı İlvanlı Dudu'yu yanına çağırdı. Elif'e talip çıkmıştı. Emirdağ'ın soylu bir ailesi askerden yeni gelen oğullarına Elif'i istiyorlardı. Bu genç, Tahir Ağa'nın asker arkadaşının oğlu Osman'dı. Tahir Ağa söz vermişti bir kere. Kız verilecek. İki soylu sülale hısımlık bağıyla birleşecek ve şanlarına uygun düğün yapılacaktı. İlvanlı Dudu bu duruma çok sevindi. Elif'i yanına çağırarak, hemen müjdeyi verdi. Elif'in başından kaynar sular dökülmüştü. Ya sevdalısı karar verip kavil ettiği Kara Yusuf'a ne olacaktı?

Eski Türkmen geleneklerimizde aşka, sevdaya önem verilmezdi. Hatta genç kızlara duygu ve düşünceleri asla sorulmazdı. Belki de onca güzel örf ve ananelerimiz içinde tek olumsuz olanı buydu ve halkımızın bağrından kopmuş, acıyı mısralara yansıtmış sevda ağıtlarının, türküye dönüşmesinin tek sebebi buydu.

O gece Elif için bir kabustu ve asla sabah olmuyordu. Güzel gözleri uykuya hor bakıyor ve bir an önce yiğidine kara haberi ulaştırmak için parçalanıyordu. Güneş Emirdağları'nı selamlayarak, Kacerli'nin üzerine ateşten perdesini gerdi. Hava öyle bir sıcaktı ki adeta Elif kızın içinin yangını, sevdalı yüreklere kor alev gibi basılıyordu. Elif çaresizdi. Ne yapmalıydı, ne etmeliydi, bilemiyordu. Ölümsüz sevdasını Yusuf'dan başka bileni yoktu. Annesi Dudu'ya durumu söylemek istedi ama yapamadı. Söylese de zaten bir faydası olmayacaktı. İlvanlı Dudu hatırı sayılır bir ağa karısıydı. Hiç kızını bir tırpancıya verir miydi? Ele güne rezil olurdu. Emirdağ'da haysiyeti iki paralık olurdu.

Nice olumsuz aşkların sevdaların yaşandığı Kacerli çeşmesi o gün yine bulanık akıyordu. Bu çeşme ne zaman bulanık aksa, ayrılık rüzgarlarının savurduğu toprak, yaylalarda bu suya karışırdı. Elif ilk kez çeşme başına Yusuf'tan önce gelmişti. Yakışıklı, fidan boylu Türkmen delikanlısı sürmeli Yusuf uzaktan göründü. Elif'ine yaklaştıkça içinin yandığını hissetti. Çeşme başında akşam buluşmaya kavil ettiler. Uzun geçen yaz saatlerinden sonra gün kavuştu, hava yine bulanıktı. Elif konağın avlusundan ağlayarak yaklaştı. Uzunca bir süre hıçkırıklarına engel olamadı. Kara Yusuf dile geldi:

- "Ela gözlü, al yanaklı topacık yarim neyin var?"

Elif olanları ağlayarak anlattı ve şöyle ekledi:

- "Sürmeli yiğidim, aslan yarim, biz ne ettik feleğe, Elif'in yalnız seni sevdi, sadece seni diledi."

Sevdalıların yakarışlarına, gökyüzü dayanamadı ve gürleyerek ayrılık damlalarını, iki aşığın üzerine bıraktı. Gözyaşları ve ayrılık yağmurları birbirine karıştı.

Orada yaşanan olayları sadece Yusuf, Elif ve Allah'tan başka kimse bilmiyor. Bizim bildiğimiz sadece Kara Yusuf'un Elif'e, beraber kaçalım demesi ve Elif'in istemeyerek buna karşı çıkmasıydı. Elif, iyi bir terbiye almış Türkmen kızıydı. Babası Tahir Ağa'nın başını yere eğemezdi. Zaten kaçsalar bile Tahir Ağa bu sevdaya mutlaka engel olurdu. Maalesef hüzünlü bir aşk öyküsü daha, bu şekilde ayrılıkla sonuçlandı. Kara Yusuf ve Elif de gönülden sevip ayrılan diğerleri gibi, sevdalarını kalplerine gömdüler. Ölünceye kadar, silinmeyecek kalplerine kazınmış sevda sızılarıyla yaşamak zorunda kalacaklardı. Elif aynı sene muhteşem bir düğünle içi kan ağlayarak Osman ile evlenmek zorunda kaldı. Kara Yusuf'un en iyi bildiği iş olan tırpancılığa devam ederken, artık "İncecikten bir kar yağmıyordu ve Elif diye tozmuyordu."

Bir zamanlar canına bastığı biricik yari artık ona haramdı. Elif adını ağzına almadan yıllarca ona yaktığı türküleri söyleyecekti. Kara Yusuf'un bahtı da lakabı gibi "Kara" idi. Ekeneklerde ekin biçerken, her tırpan sallayışında aşağıdaki türküyü de ömür boyu yaşlı gözlerle söyledi:

 
 


Harmana sererler sarı samanı
Hiç gitmiyor şu dağların dumanı
Gel otur yanıma canım sevdiğim
Ayrılık mı olur harman zamanı

Çeşmenin başına ışmar eyledin
Bir sevgi sevdim de pişman eyledin
Keşke bu sevgiyi sevmez olaydım
Beni anamınan düşman eyledin

Divane mi deli miyim hele ben
Bir yar için dolaşırım çöle ben
Bana sevdiğinden vazgeç diyorlar
Deli gibi sevdim vazgeçemem ben

Gacelli çeşmesi bir ince yoldur
Ela gözlüm de testini doldur
İntizar eyle de kocanı öldür
Öldür kocanı da aleyim seni

Yöre: Afyonkarahisar - Emirdağ

 

Not: Kaynaklarda farklı farklı sözleriede rastlamak mümkün...

Türkü, Nazım Bursalıoğlu tarafından 01.04.1983'te derlenip; 1990'da TRT'ye verilmiş. TRT Repertuvarında ilk üç kıta verilmekte; derleyen olarak Hüseyin Yaltırık ve Reyhan Altınay gösterilmekte. Rept. No: 4618. Sözleri Halil Bişi tarafından gönderildiği belirtiliyor...





Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024