ÇOCUK ÜNİVERSİTESİ -2 - Eskişehir Haber

Hüseyin GÜVEN

Hüseyin GÜVEN
Hüseyin GÜVEN

ÇOCUK ÜNİVERSİTESİ -2

ÇOCUK ÜNİVERSİTESİ -2
Yayınlama: 26 Ocak 2023 Perşembe - 4.621
A+
A-

ÇOCUK ÜNİVERSİTESİ -2  


Çocukken bazı arkadaşlarım da simit satardı harçlık kazanmak için… Dükkânlarımız olmasına rağmen özenirdim işte, meraklıydım hemen her işe, uğraşa… Simit satmak için dedemiz Yunus misali dosdoğru bir dal parçası, sopa aradım /buldum, sanırım söğüt ağacından… Kabuklarını ısladım, soydum, kalanlarıbıçak ile yonttum, yıkadım tertemiz olmuştu ve ertesi gün satış için hazırdı…
 
Simit sopam baston vb. kuru düz olsa daha iyiydi… Lakin eldeki imkanlar buydu ve her şeyden önemlisi emek/uğraş vermiştim…
 
Heyecanlıydım, uyku tuttu mu tutmadımı inanın hatırlamıyorum… Lakin kargalar dahi kahvaltısını yapmadan kalkıp simit satmak için sıraya girdiğimi net hatırlıyorum… T.C Ziraat Bankası yanında ki gara/taş fırından aldım simitleri… Geriye sadece satmak kalıyordu ki işin en kolayı da oydu!
 
ÇOCUKKEN ÖĞRETMİŞLER…
 
Yeri gelmişken;
 
Şimdilerde kişisel gelişim derslerinde bazı iş insanlarına, ticaret erbaplarına hatta siyasete hazırlananlara bile kabuklarını kırmaları ve dışa dönük olmaları (eksik kaldıkları ve geliştirmesi gereken yerler için) verilen bazı eğitimler çocukken bizlere verilirmiş… Bizler yaşayarak almışız bu eğitimleri en doğalından… Ki bunu da çok sonra anladım!
 
Bunu neden yazdım! Çünkü simit satmak için bağırmak, reklam yapmak gerekiyordu ki o dönemki biz çocuklar için ‘Çocuk oyuncağı idi’ bu durum… Kuyumcu çırağının bağırmasına gerek yoktu tabi! O ayrı, o bağırmazdı!
 
Elhamdülillah, nelerin satılıp satılamayacağını, helal-haram ilişkisini, terazi, kantar hilesinin günah, haşa vatan satmanın ne kadar kötü olduğu, vatan sevgisini, hainleri vb. ayrıntıları bize taa çocukken öğretmişti büyüklerimiz ve toplum bizlere… Allah c onlardan razı olsun…
 
SİMİT SOPASI KADAR BOYLARIMIZ VARDI!
 
Hemen her arkadaşımın simit sopası kadar boyları vardı…
 
Ona rağmen somurtanı hiç görmedim… Aksine heyecan yüklüydü hepsi… Bende gocaman değildim hani, ince uzun, sarı, guru, çilli, çelimsiz dal gibi bir şeydim işte… Kabul ediyorum birazda hareketliymişim J
 
Şimdilerde olsaydık var ya, hepimiz kliniği boylardık… İlk-orta okulda ki rehberler ‘Bu çocuk hiperaktif, ilaç kullanması lazım’ diye direkt doktora yönlendirilirdik topyekûn hafazanallah, iyi ki o yıllarda çocukmuştuk… Et, yağ, göbüş ne gezer, o yıllarda ki çocuklarda…
 
Şimdilerdeobez diye tarif edilen çocuklardan o yıllarda yok desem yalan olmaz, çünkü sokaklarda büyüdük biz, bilgisayar, cep telefonu, tablet hapishanelerine düşmedik biz! Elhamdülillah…
 
TOK EVİN AÇ BEBEKLERİ!
 
‘Tok evin aç bebekleri’ sözünü de hiç unutmam… Çocukken çok duydum annemden ve çevreden… Duyduk hepimiz… Hemen her eve et, süt, yoğurt, ağız, gaymak, goyurtmak girerdi hemen her çeşidinden… Alınıp satılan şeyler değildi bu nimetler! Her hanede koyun, inek olması da gerekmezdi, olan olmayana bir tabak ta olsa tatması için verirdi…
 
Komşu hakkı gözetilirdi… Yine de et/but tutmazdı çocuklar, tutmadı da zaten, o hareketliliğe et, süt de dayanamazdı!Şimdi adları bile unutuldu ağız’ın, goyurtmağın, hele ki komşu hakkının… Hakkı erkek ismi biliniyor bu yıllarda…
 
Analarımız bize boşuna demezlermiş ‘Oturogo gali, yorulmak bilmezler, et mi tutar bunlar’ diye… Lakin o çelimsizler öyle işler yapmış, heybelerine öyle güzel şeyler koymuşlar ki parasal değeri yok inanın, olsa da o tadı alanlardan satın alamazdınız o güzellikleri… Bunu nereden mi biliyorum? Çocukluk döneminde ki çevremden hadi birazcık ta kendimden diyeyim…
 
Sokaklarda ki belki de son nesillerdenmişiz biz! Bunu da çok sonra anladık, acı da olsa!
 
İlla şu sözü mü söyleyelim! ‘Yakışmıyor eski sokaklara yeni çocuklar, illa biz mi çıkalım’
 
SİMİİİİİİİİİTÇİİİİİİ, SİMİİİİİİİİDİİİYEEEEE…
 
Yarım kalmasın satalım artık simitleri…
 
Başladık bağırmaya tabi! ‘Simiiiiiitçiiiii’ ‘Simiiiiidiiiiyeeee’ vb. nakaratlar ile dolar, çocuk sesleriyle taşardı cadde ve sokaklar… Pek tabi çocuk sesleri hep baskındı ve kimse rahatsız da olmazdı…
 
Çıktık satmaya diğer arkadaşlar gibi… Heyecanlıydım, çünkü özeniyor merak ediyordum… Hani tatlı bir utangaçlık vardır ya (çarşı-pazarda ticaret yapanlar beni anlayacaktır) Biz onları zaten çoktan aşmıştık, çünkü çoktan, çocukluktan başlamıştık ticarete… Yüzümüz kızarırdı elbet, lakin bu renk tonu soğuktan veyahut tatlı bir ayazdandı…
 
VATANIN MAYASI O İNSANLAR…
 
Kıraathane, kahve ve çay ocakları en güzel müşteri odaklarıydı… Ayakkabı boyacısı arkadaşlarımıza ilk giden satardı simidi… Karşılığında ayakkabı boyatacağız desek te nafile bizim ‘gara lastiklerimiz veyahut ediklerimiz’ vardı ayakkabı iskarpin hak getire! Mutluyduk biz halimizden… Büyüyünce giyersiniz bile denmesini duymadık, beklemedik de… 
 
Kahve önünde oturan baba dostu, hısım akrabalar ‘Üssün, Ameet, Memeet, İbraaaam vb. getir bakamleen’ diye isimlerimizi ünnerdi… Koşarak gider, satardık simidi böyüklerimize...  Bir eliyle parasını verirken sevgiyle diğeriyle başımızı okşar, ‘aferin len’ derlerdi… Bizlerde çoğunun ellerini öperdik saygıdan… Bize böyle öğretilmişti, iyi ki!
 
Şimdilerde sokakta çocuk bulamazsınız başını okşayacak, bulsanız da başını okşamaya çekinir insan! Çocuklarda kaçar zaten… Sahi biz ne ara bu hale geldik?
 
Ellerinde simit olmasına rağmen tekrar neden simit aldıklarını çooook sonradan anladık! O bile bir eğitimmiş topluma verilen… Belki de cebindeki son kuruşu simit alarak bizlere ne büyük dersler /eğitimler vermişler… Ne yüce gönüllü insanlar varmış meğer… Ve o insanlar bu vatanın mayasıymış ve halen mayası inanın…
 
İLK SİMİT TİCARET GİRİŞİMİMİZ KESKİN BİR BAKIŞLA SONA ERMİŞTİ!
 
   Sebze, meyve, kil, kireç satmaya benzemiyordu ve öğleye kadar heyecanla satmıştım simitlerin çoğunu… Ta ki canım babam görene dek… Orta yollu bir tokat ve sonrasında yay gibi kaşları ile tokattan daha sert bakış attı! ‘doğğru dükkâna, senin işin yok mu?’ diyerek azar işittiğimi hiç unutmam… Çünkü benim dükkanda eğitime devam etmem gerekiyordu… Olsun, o tokat değil de kalan simitleri satamamak içimde kalmıştı… Onları da arkadaşlarla yemiştik…
 
Keşke babam erken göçmeseydi de bu eğitimlere, sert bakışlara uzun yıllar maruz kalsaydım derim hep iç çekerek!
 
Anladım ki çok ama çok çabuk büyüyor insan babası öldüğünde… Babası göçenler beni anlayacaktır… Hayat en ince ayrıntısına kadar anlatıyor, anlıyorsunuz, başka çaresi de yok zaten! O da başka bir eğitim ve tabi ki takdiri ilahi!
 
Hani diyor ya AzîzMahmûdHüdâyîKaddesallahuSırrahu'l-Âlî ‘NUTK-İ ŞERÎF’inde…
 
Alan sensin veren sensin kılan sen
Ne verdinse odur dahi nemiz var
Hakîkatüzre anlayıp bilen sen
Ne verdinse odur dahi nemiz var.
 
Ves’selam
DEVAM EDECEK…





Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024